25 Aralık 2009 Cuma

DEV BULUŞMA


NTVSPOR 25 Aralık Cuma 24:00 . Bundan daha güzel ne olabilir ki? Ertesi gün iş yok uyumadan izlenebilecek bir maç. Üstelik belkide regular season'da izlenebilecek en iyi maçlardan biri olacak. Heyecandan yerimde duramıyorum.

26 Kasım 2009 Perşembe

DÜNYA SIRALAMASI; FEDERER:1 NADAL:2


Nadal'a ne oluyor. Geçirdiği muteşem 2008 sezonundan sonra dünya sıralamasında 1 numaraya yükselen Nadal için 2009 sezonu kabus gibi başladı ve hala toparlanamadı. Sonunda dünya sıralamasında 1 numarayı Federer'e bırakmak zorunda kaldı. Kritik sayılırda büyük baskı hissettiğini söyleyen genç tenisçi 2010'da Federer'den 1 numarayı tekrar alacağını söyledi.

IVERSON BIRAKTI




NBA'i bırakıyorum. Her zaman basketbolu bıraktığım zaman, takımıma yeterince katkı veremediğim için bırakacağımı düşünmüştüm. Ama şu anki durum öyle değil. Hala en yüksek seviyede mücadele edebileceğimi biliyorum. Emekli olmam, eşim ve çocuklarımla daha çok zaman geçirmeme imkan sağlayacak.
Parkelerde başardıklarımla kıyasladığımda, bu çok daha büyük bir ödül. Reebok'a, kariyerim boyunca yanımda olan ve beni seven taraftarlara, Jordan, Magic, Barkley, Isiah, Bird gibi bana bu vizyonu veren oyunculara, basketbol oynamam için beni teşvik eden anneme ve arkadaşlarıma, lisedeki koçum Michael Bailey'e, Georgetown'daki koçum John Thompson'a, Larry Brown ve diğer bütün koçlarıma, takım arkadaşlarıma, yöneticilere, takım sahiplerine. Herkese çok teşekkürler!
Memphis'e ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Hiç evde maça çıkmadım ama yine de takım sahibi Heisley'nin ve şehrin bana verdiği destek için çok müteşekkirim. Grizzlies'in çok başaırlı olmasını diliyorum.Son olarak Philadelphia şehri: Sixers formasıyla muhteşem anılarım var. Philadelphia taraftarlarına da teşekkürler. Sesiniz, benim kulaklarımda her zaman yankılanacak.
Hepinizi tanrı korusun
Allen Iverson



25 Kasım 2009 Çarşamba

MANU 0-BJK 1(Dk.88)



DAYANIN
(EDİT)Dk. 93 Heryerinden öpüyorum RÜŞTÜ...(ertem şener'in sözü :))
Sana verilen paralar helal olsun.
(EDİT)Dk. 95 Kara kartallar old traford semalarında...

23 Kasım 2009 Pazartesi

GİT ve DÖNME




Eylem Planı: Git ve Dönme: Ayder/Rize
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat,
Soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup,mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
DAĞLARA dönmeli yüzünü insan.
-alıntıdır-

EKİMLER BİZİM DEĞİL, KASIM DA!

Bu sezon ikinci kez liderliğe yükselme şansını geri çevirdi. Bunu hep yapıyoruz! Yaratıcılıktan uzak adamların yanyana geldiği bir orta sahada gol kelimesini çoğul yapmak zor oluyor . G.Saray orta sahada bugün sadece mücadele etti , top tutmadı ,daha doğrusu tutamadı. Haftalardır tel tel dökülen Ayhan'ın kötü oyununa bir yenisini daha eklemesi , Elano'nun her zamanki gibi amaçsızca sahada debelenip durması beraberliğin sebeplerinden . Çalışkan Kewell markaj altında kaldı genelde, ama tek tük pozisyonlarda gene de onun adı vardı . Nonda'nın ayaklarında, kelepçe , pranga , büyü , romatizma , düztaban , mantar vs...olunca koşmuyor işte! Keita'da oyuna çok geç girdi. Ali Sami Yen'de uzun zamandır G.Saray'ın maçın genelinde oyunu domine edemediği bir maç izlememiştik; oldu. Manisalı oyuncular 90 dakikaya yayılan disiplin anlayışından ve presten zerre kadar ödün vermedi . Golü de bireysel bir hatadan yediler zaten. G.Saray her zamanki gibi duran toplardan golü kalesinde buldu. Golde maç boyunca ha geldim ha geliyorum dedi be! İstanbul'un 2 büyüğü bu hafta Kartal'a çalıştı , lige heyecan geldi ; bize de daral ...

YUUUUHHHHH...

Tottenham - Wigan maçının ilk yarısı sadece (!) 1-0 bitmiş. İkinci yarıda tam 9 atılmış .Tottenham ikinci golünü 55.dakikada bulmuş . Yani sizin anlayacağınız 55 ile 90. dakikalar arasında oynanan 35 dakikada tam dokuz gol var . 35 bölü 9 eşittir 3.88 . Yuvarlak hesap yapalım, ortalama her 4 dakikada bir gol görmüş White Hart Lane ahalisi . Bu Peter Crouch ta ne ballı adammış ayrıca , Liverpool'da oynarken Beşiktaş'la 8-0 biten maçta da bu maçta da forma giydi ve gollerini attı. Adamın bol gollü anıları oldu . Premier League tarihinde Newcastle'lı Alan Shearer ve M.United'lı Andrew Cole'dan sonra 90 dakikada 5 gol atan bir başka isim de Defoe olmuş bu arada ...

22 Kasım 2009 Pazar

INGLORIOUS BASTERDS




Ben tam herhalde artık 'Pulp Fiction'dan daha eğlendirici film yapılamayacak' diye düşünürken Quentin Tarantino kendisini aştı ve beni şaşırtan bir filme imza attı. Sadece ismiyle bile sinema tarihine geçmeye layık olan 'Inglorious Basterds' filmi, direktörünün sinema aşkı, teknik hakimiyeti ve sadece seyirciyi şaşırtıp eğlendirmeye odaklanmış duyarlılığı ile insanda tam bir keyif fırtınası etkisi yapıyor.
Filmde özetle; amaçları mümkün olduğunca fazla Nazi'yi vahşi yöntemlerle öldürmek olan bir grup askerin hikayesi anlatılıyor. Bu kadar fazla sayıda Nazi'yi ölürken izlemek insanda 'Aslında hak etmişlerdi' düşüncesini doğuruyor. Mutlaka izleyin. Filmin sonunda birde mesajı var Tarantino'nun. Brad Pitt aracılığı ile bizlere birşey söylüyor dikkat.

20 Kasım 2009 Cuma

ELANOYU ANLAMAK









Elano bir dönem harika işler yapıyordu Manchester'da. Yüksek bonservisini umursamazcasına oynuyor, oynatıyor, atıyor ve attırıyordu. Bir Middeslbrough maçı vardır, akıllara zarar. Tuncay Şanlı da anlatabilir o maçı, eminim o günkü Elano performansı aklındadır. Eriksson'un ona tanıdığı serbestiyeti sanmıyorum ki Lucescu tanımış olsun; hem de Premier League'de. United zaferi ile başlayan 2 sezon evvelinde şampiyonluk sesleri yükseliyordu City'den, hatta belki de şimdiden daha gür şekilde. Olmazdı tabii, olmadı da. Ama aslen takımın teklediği dönem, Elano'nun sakatlandığı Kasım ayı civarıdır. Sonra Johnson da sakatlandı ve bir süre kendini toparlayamadı City. Dönemin patronu Shinawatra'nın da Eriksson'un biletini kesişi bu zamana rastlar. Uygulama gecikse de karar bu süreçte alınmış olmalı. Ireland, bu süreç için ''Elano o dönem her şeyden kolayca sıyrılıyordu, dürüst olmak gerekirse bu (Eriksson'un takımı) adeta Elano'nun (hükmettiği) dünyasıydı.'' diyor. Eriksson'un işine gösterdiği özeni Mark Hughes ile kıyaslıyor ve Elano'nun Eriksson zamanındaki hem saha içi hem de saha dışı serbestiyetin Hughes tarafından elinden alınmasından memnun olmadığını, Mark Hughes'ün çalışma şartlarına adapte olmak adına hiçbir çaba sarfetmediğini söylüyor. Elano ile kişisel bir sorunu olmadığını belli eden cümleleri de var, ayrıca bu sözler yazarın ''Man City'deki gruplaşma sorunu'' tezine argüman olarak kullanılıyor. Ortada kin kusma durumu yok yani. Santos'ta beraber oynayan Robinho-Elano ikilisinin ve bunlara katılan Jo'nun takım içerisinde apayrı bir grup olduğu, Mark Hughes'ün ilk olarak bu kömün ile başetmeye çalıştığından ve takımı kontrolüne alabilmek adına zaman ihtiyacı olduğundan bahsediliyor. Çok doğrudur. Elano gittiğinden veya forma alamadığından bu yana Robinho'nun iyi maçını hatırlamıyorum. Jo zaten kulüpten uzaklaştırıldı, artık City of Manchester'a dönmesi zor görünüyor. Elano da Ireland'ın bahsettiklerinde genel görüntüde tamamen bağımsız olarak, forma bulamayacağı Man City'den Güney Afrika hayalini gerçekleştirmek üzere ayrıldı. Artık Mark Hughes'ün önünde daha başka sorular ve sorunlar var.


Elano'nun Mark Hughes ile iki kez sürtüşme yaşadığını hatırlatalım. Daha doğrusu sürtüşmelerden ikisinin basına yansıdığını söyleyelim. İlki pek çok Güney Amerikalı'da olduğu üzere milli takımdan geç dönme durumu yaşandı. Standart prosedüre binaen para cezası aldı Elano. İkincisi ise geçen yıl Kasım ayı ortalarında yine SWP'nin Elano'ya tercih edildiği ve takımın klasik orta saha düzeni ile sahaya çıktığı bir maçın ardından yedek bekleyen Elano'nun maç sonrası uzatılan mikrofona ''iki maçtır neden yedek beklediğimi bilmiyorum, Man City taraftarı bunun nedenini, yani doğruyu öğrenmek istiyor'' sözleri sonrasıdır. Mark Hughes, bu sözler sonrası Elano'nun bir haftalık maaşını kesti. Bu ceza kararı sonrası açıklamasında ''Elano duygusal biri ve her maç oynamak istiyor.'' demiştir. Sonra da Bellamy transferiyle birlikte yeni oluşturulan takım düzeninde Elano önemli bir parça olmuştur. Mark Hughes'e neden sempati duyduğumuzu da onun başarısını ve City'de başarılı olacağına dair inancımızı da çok kez anlattık. Bu da bir başka Mark Hughes portresidir. Elano ile sürtüşmesine, açıkça takımda diğer oyuncuları rahatsız eden Robinho ile oluşturdukları ''Brezilyalı ikizler'' grubunun varlığına rağmen takımı en uygun şekilde kurgulamıştır. Elano sahadayken Robinho'nun kendi kale çizgisinden top çıkardığı görülmüştür, şehir efsanesi değildir. Daha Mayıs ayında Elano'nun ''Manchester'da kalmak istiyorum'' minvalinden sözleri de vardır. Ama City takımı yaz döneminde öyle bir noktaya gelmiştir ki, Elano Blumer'e şimdilerde Martin Petrov'un yaşadıklarından daha fazlası öngörülmüştür. İyi oynasa bile 3-4 maç sonra ancak formayı görebilecektir. Gareth Barry'nin lideri olduğu orta sahaya girmesi imkansızdır, Shaun Wright-Philips'in teklemesini bekleyecektir. Manchester'a gelişine çok sevindiği Robinho ile yolları ayrılmıştır artık.


Galatasaray'a transferini ilk öğrendiğimde o anki düşüncelerimi paylaştığım dostlar bilirler, hayranlığımı dillendirmişimdir. Böyle bir oyuncunun EPL'den kopup Türkiye'de top oyayacak olması başlı başına muazzam bir hadisedir. Maliyet hesabı da keza, işin taktik boyutu hariç kafaları karıştırıcak hiçbir şey yoktu şu transferde. Ama gel gelelim, Elano bugün itibariyle kendini fazlasıyla sorgulatıyor. Elano'nun kalitesi tartışılır mı? çıkışlarına hiç gerek yok, açık bir sıkıntı var ortada. Sorunun tam kaynağı nedir, sorusuna verebileceğim bir ideal cevap yok. Lakin izlediğim en az 5 adet Elano'lu Galatasaray gözlemim; daha fazla oynamak, formda kalmak üzere Türkiye'ye gelen Elano'nun Man City günlerinin çok çok gerisinde olduğudur. Fiziki bir sıkıntısı mı var, psikolojik mi; bilemiyorum. Kimi maçlarda (benim izleymediğim Dinamo Bükreş maçı mesela) iyi oynadığından bahsediliyor, ben henüz hayranı olduğum Elano'ya sarı-kırmızı veya mor forma ile rastlamış değilim. Bunun adını ''uyum sorunu'' koymak da çok akılcı değil bana kalırsa, Premier League'e 1 ayda ısınan bir Brezilyalı'dan bahsediyoruz sonuçta. Tüm veriler ışığında eğer fiziki veya taktik bir neden yok ise Elano'nun sorununun açıkça psikolojik olduğunu sanıyorum. Aslında Manchester'da mutluydu ama bir daha önüne gelmesi pek mümkün görünmeyen Dünya Kupası'na gitme rüyası daha ağır bastı. Huzurundan feragat etmek zorunda kaldı, belki bu sebepten ailevi problem yaşıyordur. Bilemeyiz. Bugünkü Elano ile geçen sezon Ocak-Mart arası ve öncesi Eriksson zamanındaki sezon başı Elano'su arasındaki uçurum o kadar büyük ki, bunu taktik nedenlerle açıklamak çok zor.Yine de futbol idealimizin büyük bölümünü oluşturan taktik kısma ilişkin bir değerlendirme yapmak gerekirse, Rijkaard'ın son dönemde üçlediği orta sahanın bir adet safkan orta sahaya ihtiyacı olduğunu söyleyebilirim. Bunun hem genel futbol görüşümde, hem de Elano'ya ilişkin değerlendirmeler yansıması vardır. Elano'nun Eriksson döneminde üçlü orta sahada sağ iç pozisyonunda oynamışlığı var ama bu süre hiç uzun olmadı, 1-2 maçı aşmadı. Elano transferi bir hücum hamlesidir ve Arda'nın var ve lider olduğu bir takımda mutlaka ince ayar gerektirir. Elano'nun büyük oynadığı dönemdeki rolü 4.3.3 şablonunda sağ kenar adamı olduğu roldür, önce bunu bir teraziye koymak gerek. Hughes ile parladığı dönemde ise tek forvet Bellamy'nin ardında ikinci forvet veya genel tabirle ''10 numara'' rolüdür. Ne hep adları anılan Xavi-İniesta modelinde, ne Alex tarzında, ne Lincoln örneğinde bir oyuncu değildir Elano; Gareth Barry gibi de değildir. Yeterince dinamik, şablona entegre bir ''hücuma dönük orta saha elemanı'', demişiz Elano'nun transferi açıklandıktan sonraki gün. Bizim için Elano'yu en doğru tarif eden cümle budur. Bu doğrultuda Elano'ya biçilecek olan rol, şablon standardı üçlü orta saha içerisinde değildir.


Tahtaya yazdığınız sayılar değil, oyuncuya biçtiğiniz rol ve bunun yansımaları bir anlam ifade eder. Sezon başından bu yana Galatasaray'da Kewell-Arda-Keita-Baros üçlüsünü bir arada kullanarak nasıl bir 4.3.3 oynuyordur, ben akıl erdiremiyorum. Trabzonspor maçında Arda'nın attığı gol mesela, ne çeşit bir hücum setidir? Keza aynı maçtaki Kewell golü ve sezon başından bu yana Sabri'yi parlatan sağ kenar merkezli hücum setleri, nasıl bir birlikteliğin ürünüdür? Sayılar arası farkları bunlar belirler. Çok adı anılan ''Total Futbol'' sıfatının ilk demlerinde tahtaya 4.3.3 yazılmaz idi, ki şu zamanda en ileri Cruyff'ü, ardına Neeskens'i, arkasına Blankenburg'u ya da 15 yıl sonrasında Rijkaard, Gullit ikilisinin ardında Sir Bobby Robson'ın da tornasından geçmiş Arnold Mühren'i oynatın, geriyi de Koeman toplasın; bu düzenin bugünkü adı değişir. Bırakın 35 sene öncesini, futbol 5 yıl önceki yerinde değil. Bugün basit bir futbol idmanında yapılan 5'e 2 pas çalışmasın neden 6'ya 2 veya 4'e 2 olmadığını hiç düşündünüz mü? Bizden öncekiler çok düşünmüşler, artık biz düşünmüyoruz. Total Futbol da böyle. Yaşadı ve öldü, bir sonraki trende zemin hazırladı. Futbol zamanla hep kendi kurallarını koydu, kendi içinde sürekli değişti ve bugüne geldi. Yarın Rafael Benitez Liverpool'dan gittiğinde Liverpool'un sakatı olmadığında nasıl olup da gezegenin en korkutucu baskısını yaratan futbol takımına dönüştüğünü tarih yazacak, biz anımsayacağız. Benitez herhangi bir felsefe üretmiş değil, herhangi bir öğretiye yaslanmış değil. Rinus Michels gibi o da biraz kaçık bir adam, geçmişi özümseyerek ortaya bir yeni düzen koyan bir özel futbol aklı. Rijkaard da biraz böyledir, kıyasını yapmayayım. Arrigo Sacchi'den fazlasıyla etkilenmiştir, keza Ancelotti de kısa zamanda Chelsea'de benzer yansımaları göstermiştir. Benitez'i de Ancelotti'yi de Steve McClaren'ı da Rijkaard'ı da ''oyuna müdahale'' noktasında eleştirebilirsiniz, eleştirilmişlerdir. Bu isimler birer Hiddink veya Mourinho sihri yaratamazlar, hatta Benitez'in şu zamanda eleştirildiği başlıklara bakmak bile yeterli. Ama zirve futbol vaat ederler. Bu vaatler ortamla, malzemeyle ve önemlisi zaman ile doğrudan ilişkilidir. Eğer Kasım ayına gelindiğinde ortaya bir ideal takım çıksa idi, bugün Rijkaard Türkiye'de olmazdı. Çok daha acil kısa süreli başarıya ihtiyacı olan bir dev bütçeli kulüp imzayı attırmıştı, ki bu en fazla bir sanal gerçeklik olabilir. Bugün üst düzey takımlarda dahi şablon geçişleri sancılı olurken bir felsefe devrimine 3 ay süre tanımak da bunun henüz Kasım ayına gelindiğinde gerçekleştiğini iddia etmek fazlasıyla hayalperestlik olur. En yakın Ocak'ta, belki Mart ayından sonra.


Son olarak yine Elano'ya dönersek, şu Galatasaray'da alacağı pozisyon Barış'ın da dahil olduğu düzende Keita'nın pozisyonudur. Eğer Sarp, Topal, Ayhan üçlüsünün üzerinde bir yabancı orta saha oyuncusu transferi gerçekleşirse diğer alternatifler için zemin oluşacakır. Tam hazır bir Linderoth ile olabilir ama bunca zaman sonra İsveçli için ümitvar olmak zor.

19 Kasım 2009 Perşembe

SEVİNCİN KRALI


Yukarıdaki fotoğraf 1999 yılında Liverpool'un ikon futbolcusu Robbie Fowler'a ait. Bu sahne hepimizin bildiği gibi klasiklerden oldu ve Fowler ezeli rakibi Everton'a golünü attığı zaman , Everton kalesinin yanında kokain çeker gibi yapıp , ezeli rakiplerine attığı golü keyfe çevirdi . Yaptığı bu hareket ona 60.000 pound ve 4 maça patladı . Fowler savunmasında , bu hareketi bilinçli olarak onu "keş" olmakla suçlayan Everton taraftarlarına hediye ettiğini söyledi .

100. YIL FORMASI


Bu sene 100.yılını kutlayan takımlardan birisi de İtalya'dan Bologna . 4 Ekim'de Genoa maçında sahaya bu formayla çıktı Di Vaio'nun takımı . Yüzüncü senenin hatırına sadece 1909 adet üretilmiş. Forma pazarda ucuza satılan gömlekler gibi bir hava uyandırdı bende . Göğüs cebine cigara koymalı. Şortta rahmetli dedemin donları gibi sanki.

KEŞKE

Keşke hep böyle alçakgönüllü ve başarılı kalsaydın hafızamızda. Keşke saçların hiç dökülmeseydi. Keşke İtalyaya hiç gitmeseydin. Keşke CL kupasınıda kaldırsaydık. Uzar gider bu.... Son olarak keşke kibir seni tüketmeseydi.

FERRARİ


Her geçen gün oynadığı futbolla ve özellikle de yaptığı kritik müdahalelerle Beşiktaş tarihinin gördüğü en iyi yabancı defans adamı olma yolunda adım adım ilerliyor . İtalya'da çoğu defans adamında olmayan elastikiyet ve pozisyonu iyi süzme özelliği mevcut . Wolfsburg maçında yaptığı şu müdahale olmasa, bugün basında hala CL'de puanla tanışamayan M.Denizli haberlerini okuyor olacaktık . Şanssızlığı Sivok hariç yanında oynayan diğer elemanların vasat futbolu. İkili mücadelerde topu tıklaması, kapışı ve kullanışı kesinlikle genç beyinlere izletilmeli. Haftasonu Fenerbahçe karşısında en büyük kozu olacak takımının...

SABRİ


ÖNEMLİ OLAN BOY DEĞİL İŞLEV???


İngiltere Premier League'nin boy ortalaması en düşük olan takımı Manchester United'mış . En kısa United'lı futbolcu da 1.69 m boyuyla Paul Scholes . Orta sahada deli danalar gibi koşturan Anderson, uzakdoğulu Park ve Brezilya'lı ikizler Rafael ve Fabio, sakat Hargreaves ve golcü Owen takımın boy ortalamasını düşüren diğer adamlar . Zaten ilk planda mantıklı düşünürsek boya en çok ihtiyacı olan mevkiler genelde forvet ve defans hattı . Topu uzaklaştırmak ve kafa şutlarından faydalanmak adına bu adamların ortalama 1.80 civarı olmaları daha makbül. Berbatov, Vidic ve Ferdinand bu işleri yeterince yapıyorlar . G.Saray'ın efsane 2000 senesindeki Emre, Okan ve Suat'tan oluşan çalışkan, bücür orta sahayı düşünürsek , ikili mücadelelerin ve top kapmaların en fazla yaşandığı orta sahada rakibini sivrisinek gibi rahatsız eden, kovalayan adamların fazlalığı önem taşıyor. İkili mücadelelerde kısalar uzunlara göre daha seri ve daha avantajlı ; bunu tersine işleyen fiziki avantaj olarak değerlendirebiliriz. Kısacası, kısalar sizi ortaya alalım lütfen ...

UÇUYORLAR


İngiltere'nin en genç yaş ortalamasına sahip takımlarından birisi de Arsenal . Arsene Wenger gençlere ve onların dinamizmine boşuna inanmıyor, çünkü genç takım daha fazla koşuyor . Takımın maç başına katettiği koşu ortalaması minimum 11km. (imiş). Yani Arsenal koşmuyor, resmen uçuyor. Yakın zamanda ligde ve Avrupa'da görülen fiyaskolara rağmen kimse şikayet etmiyor , çünkü takımda 21 ile 25 yaş arasında değişen bir çok futbolcu cirit atıyor. Bu futbolcular geçtiğimiz yıllara oranla kendilerini oturtmaya ve olgunlaşmaya başladılar . Kaptan Fabregas daha 22 yaşında ve şimdiden değer biçilemiyor. Takımı takır takır hem oynatıyor hem de oynuyor. Önümüzdeki 5 yılda futbolu forse edecek bir takım görüntüsü var, çünkü Henry'nin gidişinden sonra değişime giden takımın fidanı yavaş yavaş ağaç olmaya başladı bile. Müneccimlik yapayım biraz , Arsenal 5 sene içinde muhteşem işler yapacak (İçime doğdu, görüyorum evet görüyorum.) Wenger'in getirdiği genç oluşumun aynısına bizim ülkede de sabır gösterecek medya ve taraftarı Allah bu ülkeye de nasip etsin İnşallah ! Amin...!

8 Eylül 2009 Salı

DOĞU KÜLTÜRÜ



Tamamen doğu kültürüne ait özellikler taşıdıklarımız. Gerek futbol takımı gerekse basketbol takımı aynı karakteristik özellikleri taşımakta. Bu iki takımda asla frene basmamalı çünkü oyunu tutmayı aklımıza soktuğumuz anda bunu rakibimizi cesaretlendirecek şekilde yapıyoruz. Korkmuyoruz ama korktuğumuzu hissettiriyoruz. İster istemez rakip cesaretleniyor ve üzerimize karabasan gibi çöküyor. Rakip kim olursa olsun üzerine gittiğimiz taktirde geri adımı mutlaka attırıyoruz. İki spor dalı içinde geçerli bu özellikler. Dedimya Doğu kültürü...

Maç öncesi birçok arkadaşım bahis yapmak için bana maçların nasıl sonuçlanabileceğini sordu. Bütün maçlar için bir fikrim vardı ancak Türkiye maçı için kafamda birtürlü oturtamadığım şeyler vardı. Biz böyleyiz işte kesinlikle kuponlarda yer almaması gereken bir takımız.

Maça gelecek olursak, Özellikle Ersan'dan beklenene yakın bir performans görmek güzeldi. Ersan bunları bütün sezon boyunca Barcelona'da yaptı zaten. Bu performans sürpriz değil.

Benim için sürpriz olan Ender'in prformansı idi. Kontrollü oynadığında, kendini kaybetmediğinde önemli bir oyun kurucu olduğunu gördük. Tanjevic onu oyunu hızlandırmak istediği bölümlerde kullanması tezat oluşturuyor bence. Dün bu kumar tuttu ama sonuçta kumardı yapılan. Kumarda hep kasa kazanır derler. Ancak kumarhaneye girerken ne kadar kazanırsam oynamayı bırakıp çıkacağını bilirsen kazanmaya devam edebilirsin. Tanjevic kendini kaybetmemeli ve duracağı, kumarhaneden çıkacağı zamanı hep aklının bir kenarında tutmalı. Mevzu bahis kişi tempo kazandırmak için oyuna giren fakat frene basarak oynadığında vermli olan bir guard :) Çok derin mevzuu.

Hedo konuşmak istemiyorum zira bekleneni verdi dün akşam. Konuşmak ve düşünmek bile istemediğim bir konu var ki oda Semih konusu. Tanjevic'in yerinde olsam özel bir uçak tutup bu adamı Türkiyeye göderir dönerkende Fatih Solak'ı getirtirdim. Fakat uçağa binmeden önce bütün takımın eline sopa verip Semih'i bir güzel dövdürtürdüm. Bu adama biri Avrupa Şampiyonasında oynadığımızı hatırlatmalı. Bu adama her topun çok kıymetli olduğunu ve sıkıştığı anda topu potaya fırlatmaması gerektiği uzun uzun anlatılmalı hoş anlayacağını düşünmüyorum ama genede denenmeli. Düşünsenize yılların efsanesi Harun Erdenay bu adamla muhatap oluyor. Kalite farkı çok açık. Neyse, sinirlerim ayağa kalkıyor bunları düşündükçe en azından kazandığımız bir maçın ardından bunları düşünmemek gerek.

Sonuç olarak konuşulması tebrik edilmesi gereken birçok kişi var hepsinin eline sağlık. İyi başlamak çok önemliydi buradan 1 çıkmamız yarı finale kadar yolumuzu açtı fakat tutarlı oynadığımız taktirde.

Special Thanks: Ersan, Hedo, Ender, Oğuz, Ömer Aşık, Sinan, Kerem. Litvanya seyircisinide özel bir teşekkür gerekli zira salonu doldurmuş olmaları maçın atmosferini değiştirdi birde üzerine basketbolu bilen bir seyirci ise 7'lik maçı 8 yapıyor. Rakipte olsa saygıyı hakettiler.






3 Eylül 2009 Perşembe

ESTETİK=HENRY








Asaletin, futbolculuğun, estetiğin ve karizmanın futbolda karşılık bulmuş şeklidir. Yağmurlu bir günde Man City ile oynanan maçta David James'e attığı gol sonrasında 4-5 metre kaydığını hatırlıyorum. Sonra İngiltere'de imkansız gollerden birini attığında iki eli ile T harfi yaptığını gördüm. Bir başka maçta muhteşem bir frikik golünden sonra öylesine gole sevinmeyişini gördüm. Belkide gollere sevinmeyen ender futbolculardan Henry. Bunu karizma yapmak için değil babası ile ilgili bir konudan kaynaklandığını öğrenmiştim bir röportajında.
O futbolcu duruşunun, futbolcunun nasıl vites attığının, gol sonrası karizmanın nasıl sağlandığının, takım arkadaşlarıyla nasıl kucaklaşmanın, uzun bacaklarıyla çimde nasıl kayıldığının, imkansız gollerin sonrasında karizmanın nasıl korunduğunun simgesidir Henry.
Salt yetenek ve günümüzde değişen futbolu birleştirmiş ender oyuncudur. Futbolun fizik gücüne dönüştüğü ve salt yeteneğin kıymetinin azaldığı günümüz futbolunda estetik ve asaleti belkide çok uzun zaman göremeyecğiz. Tadını çıkarın O'nun. Az kaldı O'da gidecek.

YETERSİZ CEZA!







Marcin Wasilewski hafta sonu Standart Liege'li Axel Witsel'in darbesiyle sakatlandı. Federasyon olayın kaza değil kasıtlı olduğuna hükmetti ve Witsel'e 23 Kasım'a kadar ceza verdi. Yaklaşık olarak 10 maç demek. Ayrıca Belçika milli takımının Türkiye ile yapacağı mücadelede olmayacak. Bu cezalar bence çok daha fazla olmalı. Misal sakatladığı oyuncu sahalara dönene kadar sakatlığa sebep olan oyuncu forma giyememeli. İşte buna gerçekçi ve caydırıcı ceza derim ozaman. Bu arada Witsel ölüm tehditleri aldığı için polis tarafından korunuyormuş.



2 Eylül 2009 Çarşamba

SAYGI DUYANIN BIRAKTIĞI İZ

Farklı bir adam Rijkaard. Ne olursa olsun oyuncusuna saygı duyuyor ve özgürlüğünü kısıtlamıyor. Bu yaklaşımı algılayamayan Eto'o var birde onu başka bir yazımda değerlendireceğim ancak Rijkaard'ın yaklaşımını anlayan iki adamın söylediklerine bakalım. Gudjohnsen bir röportajında aslında onun futbola bakışını çok iyi anlatıyor. 'Maç öncesi bize 'Yaptığınız işten zevk alın' derdi. Ne olursa olur, kazanırsınız, kaybedersiniz. Ama bugün sizi izlemeye gelen 100 bin kişiye muhteşem bir gece yaşatmak için elinizden geleni yapın. Bu geceyi unutmasınlar.'
Bize unutulmayacak futbol geceleri yaşatması muhtemel Rijkaard'ın. Üstelik sadece başarı değil, önemli yıldızları sunma vaadide var. Messi onun için bir yerde şöyle diyor 'Ona çok şey borçluyum. Bunu şöyle ifade edeyim. Onun için bir yerimi yaralasam, acıyı hissetmem.'




KOBE'DEN TAŞ


Dün Lebronun yaz kampında yaşananları yazmıştım. Onu yazmamın sebebi, bugün blog'a koymayı düşündüğüm yazıydı.Kobe herhalde geçmişte LeBron'un üstünden vurulan smaç olayını takip etmiş olacak ki, kendi basketbol kampında çok ciddi takılmış. İzleyiciler kağıtlara birer soru yazıp vermişler, Kobe de bunları cevaplamış. 14 yaşındaki fırlamanın biri "Ne zaman 1'e 1 maç yapacağız?" yazmış. Kobe de bu isteği "Ben asla meydan okumalardan kaçmam" diyerek kırmıyor. Ancak top bile göstermeden çocuğu yeniyor. Ardından çocuğa soruyor "Bugün ne öğrendin?". Afallayan çocuk LeBron'un kampından söz etmeye başlıyor. Kobe de taşı gediğin koyuyor: "Bildiğim tek birşey var, benim basketbol kampımda, benim üzerimden smaç basamazsınız." Anlaşılan sadece basketbol severler değil, oyuncular da bu kasete el konmasına gıcık olmuşlar.

1 Eylül 2009 Salı

HEPİMİZ TANIĞIZ... AMA NEYE?

LeBron James Skills Academy'e katılan Jordan Crawford, LeBron'un üzerinden öylesine bir smaç vurmuş ki, youtube'a koyulsa milyonlarca hit alırmış. Hoş gerçi LeBron'un üzerinden değil yanından yapılmış dandik bir smaç bile milyonlarca hit alacaktır youtube'da. Ama Crawford'ın smacı artık nasıl birşeyse, Nike yetkilileri bu pozisyonu videoya çeken 2 kişinin kameralarına el koymuşlar...
Tamam Nike tabii ki LeBron'un pazarlanabilirliğini arttırmaya çalışıyor, hatta bunu NBA de sonuna kadar destekliyor. Ama bu tür bir harekette bulunmak gerçekten çok abartı olmuş. Sonra bir de "Nike, akademi bittikten sonra yapılan maçlardan görüntü alınmasına bugüne kadar hiç izin vermemiştir" diye bir açıklama yaparak, olayı kılıfına uydurmaya çalışmışlar. Bana kalırsa, aslında Nike yetkililerinin göremediği ince bir ayrıntı var. Basketbolla ilgili olan insanlar böyle bir haberi zaten bir şekilde duyacaklar veya okuyacaklardır. Bu insanların gözünde, kameraya el koyan Nike'ın marka değerini düşürmüş oluyorlar böylece.
"Ortada video yokken nasıl böyle bir olayın kesinlikle olduğunu varsayıp yorum yapıyorsun" diyenler olabilir. Sizce böyle bir smaç pozisyonu olmasa, Nike yetkilileri çıkıp durumu toparlamaya mı çalışırlardı yoksa "Buyrun size video, içinde smacı bulan varsa bize de göstersin" mi derlerdi?

Anlaşılan Nike, LeBron'un sadece vurduğu smaçlara "tanık" olmamızı istiyor.

İYİ Kİ DOĞDUN JACKSON

3 gün önce yani 29 Ağustos'ta , binlerce kişi organize olup, dünyada belirli alanlarda toplanarak Michael Jackson'ı, onun gibi dansederek andılar. Toplanılan yerler arasında Eyfel Kulesi'nin önü, New York'taki Brooklyn Parkı gibi alanlar vardı. Çok güzel ve çok anlamlı kutlamalar olmuş gerçekten.
Ama bunların en büyüğü Mexico City'de olmuş. 13.000 kişi toplanıp Thriller müziği eşliğinde dansetmişler. Dünya rekorunu kırma girişimiymiş bu. Bu denemeyi, özellikle Michael Jackson'ın doğduğu güne denk getirmek için beklemişler. Resmi sonuç açıklanmasa da sayılan 12937 kişi rekor kırmalarına yeterliymiş.
Rahmetlinin toprağı bol olsun.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Ersan'ı Zor Günler Bekliyor

Merak etmeyin Milli takım ile alakalı değil. Bucks'taki bir gelişmeyi aktarıyorum. Hakim Warrick'e 1 senelik kontrat imzalatacaklarmış. Ersan ile birlikte 3 ve 4 numaralı pozisyonlarda süre almak için çekişecekler. Warrick fiziksel yetenekleriyle Ersan ise basketbol zekası, üstün rebound sezgisi ve şut yeteneği ile farklı bir bakış açısı yaratabilir koç Skiles için. Bana göre Ersan'ın tek dezavantajı var. NBA'deki kısa forvetleri gözönüne getirdiğimizde Ersan birazcık güçsüz kalıyor. Eşleşmelerde geri adım atmaması gerek ve üzerine gitmesi gerekiyor. Çok şey bekliyorduk senden Ersan fakat yaşadığın sakatlıklar ne yazık ki yolunu tıkadı. Herşeye rağmen Avrupa ligini bu haliyle bile domine edebilen bir Türk'ten bahsediyoruz. NBA'deki kaderi göstereceği performansa göre çizilecek. Bekleyip göreceğiz.

TURKİYE 77-HIRVATİSTAN 82

Öncelikle defansımızı beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Hırvatistan, içeriden, dışarıdan, pick & roll'dan, birebir oyunlardan kısacası basketbolda aklınıza gelebilecek bütün oyunlardan sayı buldu. Hele maçın en kritik topunda yaptığımız savunma evlere şenlikti. Maçta hoşuma giden Ömer Aşık'ın savunmasıydı. Ersan 4. çeyrek boyunca kayıptı. Hidayet'in takım arkadaşlarını oyuna sokma adına verdiği çaba diğer oyunculardan destek gelmeyince sonuçsuz kaldı. Ender konusuna gelecek olursak milli takımı yönettiğini düşündükçe basketboldan soğuyorum.
Güzel bir antreman maçı oldu daha henüz tempomuzu bulamamışız. Turnuva öncesi eksiklerimizin farkına varmak adına iyi bir şans. Bu milli takımı bu kadar temposuz ve bu kadar kötü savunma yaparken görmeyeceğimizi düşünüyorum.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

SEMENYA'NIN EBESİDE KONUŞTU

Berlin'de düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası'nın en çok tartışılan konularından birisi bayanlar 800 metre şampiyonu Caster Semenya'nın cinsiyeti. Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği'nin (IAAF) bu sporcu için cinsiyet testi istemesi ve yaptırması özellikle ülkesi Güney Afrika'da tepki topladı.
Semenya'nın ülkesinde on binlerce kişi tarafından karşılandığı gün, onun doğmasına yardımcı olan ebe de konuştu. 59 yaşındaki Martina Mpati, Semenya'nın cinsiyetinin tartışılmasının bile saçma olduğunu belirterek, "Caster kesinlikle bir kız. Onun doğmasına yardımcı oldum. Ardından ellerimle bir güzel yıkadım. Eğer onun cinsiyetini bilecek birisi varsa o da benim" dedi.

MILLWALL'LU OLMAK



ginger bob ve harry the dog‘a bize millwall’u anlatır mısınız diyorlar. ginger bob aralarda sık sık düşünme molaları alarak daha önce tasarlanmadığı herhalinden belli olan monoloğuna girişiyor. "2 kırık elmacık kemiği, 12 diş, kırık bir çene, kırık bir burun, 4 kırık kaburga ve iç kanama. millwall budur."
-Alıntıdır-

3 Mart 2009 Salı

HAKEMİ PROTESTO ETMENİN BİR BAŞKA YOLU...



Kübalı Angel Valodia Matos kendisini diskalifiye eden maçın İsveçli hakemini protesto ediyor!!!

27 Şubat 2009 Cuma

BÖYLE BAŞLAYAN BİR HİKAYE BİLİYORUM...

maçı izlerken aklıma euro 2008 türkiye'sinden bir kesit izliyormuş gibi hissettim.son maçında hem de kendi evinde ligin dibindeki takıma karşı büyük bir hezimet yaşanmış, skibbe'nin kellesi gitmiş, yönetimin kredisi biranda düşmüş.incecik bir ipin üzerinde dengede durmaya çalışıyor ve karşında hiç yenemediğin bir bordeaux var. en önemli iki oyuncusunu oynatmasa bile bu kırılgan yapı galatasaray için yeterince zor.üstüne bir uefa tarihinin en erken gollerinden birini yiyorsun.yetmiyor, takımın temel direklerinden mehmet topal sakatlanarak maçı tamamlayamıyor.buradan ayağa kalkıp skoru 3-1 yapmak muazzam.tarihi bir geri dönüş.kewell'ın golü bir başka. sonra 2 dakikada yenilen 2 golle 3-3 olan ve gitti denilen bir tur.bir hamle ve 2. geri dönüş.takdire şayan.real madrid maçından bu yana ali sami yen'in böyle bir geri dönüşü ve duygu selini avrupa'da gördüğünü sanmıyorum. ve ne ilginçtir ki bu maçın kahramanı da fatih akyel gibi bir sağ bek.sabri sarıoğlu.o da fener'e gitmez umarım diyerek bağlayalım bu kısmı. yazıma son vermeden barış özbek'i konuşmadan olmaz. belkide çok pas hatası yaptı bu yüzden kötü oynadığınıda düşünebilirsiniz ancak barış takımın itici gücü, mücadelesini izlerken gözlerime inanamıyorum. sarfettiği efor alkışa şayan. kazanırken en önemli rol onda değildi ama geride olduğumuz sürelerde takımı iten ve direnişi başlatan bir devrimci gibi ayakta kalmayı başardı. galatasaray'ın 9 yıl önce aynen böyle başlayan bir hikayesi var umarın buda aynı o hikaye gibi son bulur.