20 Kasım 2009 Cuma

ELANOYU ANLAMAK









Elano bir dönem harika işler yapıyordu Manchester'da. Yüksek bonservisini umursamazcasına oynuyor, oynatıyor, atıyor ve attırıyordu. Bir Middeslbrough maçı vardır, akıllara zarar. Tuncay Şanlı da anlatabilir o maçı, eminim o günkü Elano performansı aklındadır. Eriksson'un ona tanıdığı serbestiyeti sanmıyorum ki Lucescu tanımış olsun; hem de Premier League'de. United zaferi ile başlayan 2 sezon evvelinde şampiyonluk sesleri yükseliyordu City'den, hatta belki de şimdiden daha gür şekilde. Olmazdı tabii, olmadı da. Ama aslen takımın teklediği dönem, Elano'nun sakatlandığı Kasım ayı civarıdır. Sonra Johnson da sakatlandı ve bir süre kendini toparlayamadı City. Dönemin patronu Shinawatra'nın da Eriksson'un biletini kesişi bu zamana rastlar. Uygulama gecikse de karar bu süreçte alınmış olmalı. Ireland, bu süreç için ''Elano o dönem her şeyden kolayca sıyrılıyordu, dürüst olmak gerekirse bu (Eriksson'un takımı) adeta Elano'nun (hükmettiği) dünyasıydı.'' diyor. Eriksson'un işine gösterdiği özeni Mark Hughes ile kıyaslıyor ve Elano'nun Eriksson zamanındaki hem saha içi hem de saha dışı serbestiyetin Hughes tarafından elinden alınmasından memnun olmadığını, Mark Hughes'ün çalışma şartlarına adapte olmak adına hiçbir çaba sarfetmediğini söylüyor. Elano ile kişisel bir sorunu olmadığını belli eden cümleleri de var, ayrıca bu sözler yazarın ''Man City'deki gruplaşma sorunu'' tezine argüman olarak kullanılıyor. Ortada kin kusma durumu yok yani. Santos'ta beraber oynayan Robinho-Elano ikilisinin ve bunlara katılan Jo'nun takım içerisinde apayrı bir grup olduğu, Mark Hughes'ün ilk olarak bu kömün ile başetmeye çalıştığından ve takımı kontrolüne alabilmek adına zaman ihtiyacı olduğundan bahsediliyor. Çok doğrudur. Elano gittiğinden veya forma alamadığından bu yana Robinho'nun iyi maçını hatırlamıyorum. Jo zaten kulüpten uzaklaştırıldı, artık City of Manchester'a dönmesi zor görünüyor. Elano da Ireland'ın bahsettiklerinde genel görüntüde tamamen bağımsız olarak, forma bulamayacağı Man City'den Güney Afrika hayalini gerçekleştirmek üzere ayrıldı. Artık Mark Hughes'ün önünde daha başka sorular ve sorunlar var.


Elano'nun Mark Hughes ile iki kez sürtüşme yaşadığını hatırlatalım. Daha doğrusu sürtüşmelerden ikisinin basına yansıdığını söyleyelim. İlki pek çok Güney Amerikalı'da olduğu üzere milli takımdan geç dönme durumu yaşandı. Standart prosedüre binaen para cezası aldı Elano. İkincisi ise geçen yıl Kasım ayı ortalarında yine SWP'nin Elano'ya tercih edildiği ve takımın klasik orta saha düzeni ile sahaya çıktığı bir maçın ardından yedek bekleyen Elano'nun maç sonrası uzatılan mikrofona ''iki maçtır neden yedek beklediğimi bilmiyorum, Man City taraftarı bunun nedenini, yani doğruyu öğrenmek istiyor'' sözleri sonrasıdır. Mark Hughes, bu sözler sonrası Elano'nun bir haftalık maaşını kesti. Bu ceza kararı sonrası açıklamasında ''Elano duygusal biri ve her maç oynamak istiyor.'' demiştir. Sonra da Bellamy transferiyle birlikte yeni oluşturulan takım düzeninde Elano önemli bir parça olmuştur. Mark Hughes'e neden sempati duyduğumuzu da onun başarısını ve City'de başarılı olacağına dair inancımızı da çok kez anlattık. Bu da bir başka Mark Hughes portresidir. Elano ile sürtüşmesine, açıkça takımda diğer oyuncuları rahatsız eden Robinho ile oluşturdukları ''Brezilyalı ikizler'' grubunun varlığına rağmen takımı en uygun şekilde kurgulamıştır. Elano sahadayken Robinho'nun kendi kale çizgisinden top çıkardığı görülmüştür, şehir efsanesi değildir. Daha Mayıs ayında Elano'nun ''Manchester'da kalmak istiyorum'' minvalinden sözleri de vardır. Ama City takımı yaz döneminde öyle bir noktaya gelmiştir ki, Elano Blumer'e şimdilerde Martin Petrov'un yaşadıklarından daha fazlası öngörülmüştür. İyi oynasa bile 3-4 maç sonra ancak formayı görebilecektir. Gareth Barry'nin lideri olduğu orta sahaya girmesi imkansızdır, Shaun Wright-Philips'in teklemesini bekleyecektir. Manchester'a gelişine çok sevindiği Robinho ile yolları ayrılmıştır artık.


Galatasaray'a transferini ilk öğrendiğimde o anki düşüncelerimi paylaştığım dostlar bilirler, hayranlığımı dillendirmişimdir. Böyle bir oyuncunun EPL'den kopup Türkiye'de top oyayacak olması başlı başına muazzam bir hadisedir. Maliyet hesabı da keza, işin taktik boyutu hariç kafaları karıştırıcak hiçbir şey yoktu şu transferde. Ama gel gelelim, Elano bugün itibariyle kendini fazlasıyla sorgulatıyor. Elano'nun kalitesi tartışılır mı? çıkışlarına hiç gerek yok, açık bir sıkıntı var ortada. Sorunun tam kaynağı nedir, sorusuna verebileceğim bir ideal cevap yok. Lakin izlediğim en az 5 adet Elano'lu Galatasaray gözlemim; daha fazla oynamak, formda kalmak üzere Türkiye'ye gelen Elano'nun Man City günlerinin çok çok gerisinde olduğudur. Fiziki bir sıkıntısı mı var, psikolojik mi; bilemiyorum. Kimi maçlarda (benim izleymediğim Dinamo Bükreş maçı mesela) iyi oynadığından bahsediliyor, ben henüz hayranı olduğum Elano'ya sarı-kırmızı veya mor forma ile rastlamış değilim. Bunun adını ''uyum sorunu'' koymak da çok akılcı değil bana kalırsa, Premier League'e 1 ayda ısınan bir Brezilyalı'dan bahsediyoruz sonuçta. Tüm veriler ışığında eğer fiziki veya taktik bir neden yok ise Elano'nun sorununun açıkça psikolojik olduğunu sanıyorum. Aslında Manchester'da mutluydu ama bir daha önüne gelmesi pek mümkün görünmeyen Dünya Kupası'na gitme rüyası daha ağır bastı. Huzurundan feragat etmek zorunda kaldı, belki bu sebepten ailevi problem yaşıyordur. Bilemeyiz. Bugünkü Elano ile geçen sezon Ocak-Mart arası ve öncesi Eriksson zamanındaki sezon başı Elano'su arasındaki uçurum o kadar büyük ki, bunu taktik nedenlerle açıklamak çok zor.Yine de futbol idealimizin büyük bölümünü oluşturan taktik kısma ilişkin bir değerlendirme yapmak gerekirse, Rijkaard'ın son dönemde üçlediği orta sahanın bir adet safkan orta sahaya ihtiyacı olduğunu söyleyebilirim. Bunun hem genel futbol görüşümde, hem de Elano'ya ilişkin değerlendirmeler yansıması vardır. Elano'nun Eriksson döneminde üçlü orta sahada sağ iç pozisyonunda oynamışlığı var ama bu süre hiç uzun olmadı, 1-2 maçı aşmadı. Elano transferi bir hücum hamlesidir ve Arda'nın var ve lider olduğu bir takımda mutlaka ince ayar gerektirir. Elano'nun büyük oynadığı dönemdeki rolü 4.3.3 şablonunda sağ kenar adamı olduğu roldür, önce bunu bir teraziye koymak gerek. Hughes ile parladığı dönemde ise tek forvet Bellamy'nin ardında ikinci forvet veya genel tabirle ''10 numara'' rolüdür. Ne hep adları anılan Xavi-İniesta modelinde, ne Alex tarzında, ne Lincoln örneğinde bir oyuncu değildir Elano; Gareth Barry gibi de değildir. Yeterince dinamik, şablona entegre bir ''hücuma dönük orta saha elemanı'', demişiz Elano'nun transferi açıklandıktan sonraki gün. Bizim için Elano'yu en doğru tarif eden cümle budur. Bu doğrultuda Elano'ya biçilecek olan rol, şablon standardı üçlü orta saha içerisinde değildir.


Tahtaya yazdığınız sayılar değil, oyuncuya biçtiğiniz rol ve bunun yansımaları bir anlam ifade eder. Sezon başından bu yana Galatasaray'da Kewell-Arda-Keita-Baros üçlüsünü bir arada kullanarak nasıl bir 4.3.3 oynuyordur, ben akıl erdiremiyorum. Trabzonspor maçında Arda'nın attığı gol mesela, ne çeşit bir hücum setidir? Keza aynı maçtaki Kewell golü ve sezon başından bu yana Sabri'yi parlatan sağ kenar merkezli hücum setleri, nasıl bir birlikteliğin ürünüdür? Sayılar arası farkları bunlar belirler. Çok adı anılan ''Total Futbol'' sıfatının ilk demlerinde tahtaya 4.3.3 yazılmaz idi, ki şu zamanda en ileri Cruyff'ü, ardına Neeskens'i, arkasına Blankenburg'u ya da 15 yıl sonrasında Rijkaard, Gullit ikilisinin ardında Sir Bobby Robson'ın da tornasından geçmiş Arnold Mühren'i oynatın, geriyi de Koeman toplasın; bu düzenin bugünkü adı değişir. Bırakın 35 sene öncesini, futbol 5 yıl önceki yerinde değil. Bugün basit bir futbol idmanında yapılan 5'e 2 pas çalışmasın neden 6'ya 2 veya 4'e 2 olmadığını hiç düşündünüz mü? Bizden öncekiler çok düşünmüşler, artık biz düşünmüyoruz. Total Futbol da böyle. Yaşadı ve öldü, bir sonraki trende zemin hazırladı. Futbol zamanla hep kendi kurallarını koydu, kendi içinde sürekli değişti ve bugüne geldi. Yarın Rafael Benitez Liverpool'dan gittiğinde Liverpool'un sakatı olmadığında nasıl olup da gezegenin en korkutucu baskısını yaratan futbol takımına dönüştüğünü tarih yazacak, biz anımsayacağız. Benitez herhangi bir felsefe üretmiş değil, herhangi bir öğretiye yaslanmış değil. Rinus Michels gibi o da biraz kaçık bir adam, geçmişi özümseyerek ortaya bir yeni düzen koyan bir özel futbol aklı. Rijkaard da biraz böyledir, kıyasını yapmayayım. Arrigo Sacchi'den fazlasıyla etkilenmiştir, keza Ancelotti de kısa zamanda Chelsea'de benzer yansımaları göstermiştir. Benitez'i de Ancelotti'yi de Steve McClaren'ı da Rijkaard'ı da ''oyuna müdahale'' noktasında eleştirebilirsiniz, eleştirilmişlerdir. Bu isimler birer Hiddink veya Mourinho sihri yaratamazlar, hatta Benitez'in şu zamanda eleştirildiği başlıklara bakmak bile yeterli. Ama zirve futbol vaat ederler. Bu vaatler ortamla, malzemeyle ve önemlisi zaman ile doğrudan ilişkilidir. Eğer Kasım ayına gelindiğinde ortaya bir ideal takım çıksa idi, bugün Rijkaard Türkiye'de olmazdı. Çok daha acil kısa süreli başarıya ihtiyacı olan bir dev bütçeli kulüp imzayı attırmıştı, ki bu en fazla bir sanal gerçeklik olabilir. Bugün üst düzey takımlarda dahi şablon geçişleri sancılı olurken bir felsefe devrimine 3 ay süre tanımak da bunun henüz Kasım ayına gelindiğinde gerçekleştiğini iddia etmek fazlasıyla hayalperestlik olur. En yakın Ocak'ta, belki Mart ayından sonra.


Son olarak yine Elano'ya dönersek, şu Galatasaray'da alacağı pozisyon Barış'ın da dahil olduğu düzende Keita'nın pozisyonudur. Eğer Sarp, Topal, Ayhan üçlüsünün üzerinde bir yabancı orta saha oyuncusu transferi gerçekleşirse diğer alternatifler için zemin oluşacakır. Tam hazır bir Linderoth ile olabilir ama bunca zaman sonra İsveçli için ümitvar olmak zor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder