2 Haziran 2010 Çarşamba

27 Mayıs 2010 Perşembe

KAFA KARIŞIKLIĞI


Bugün Avrupa'nın zirve kulüpleri arasında bir oyuncuya Arsenal kadar bağımlı bir takım daha yok. Cesc Fabregas Arsenal'in neredeyse yarısına eşit. Bu sezon sakat sakat oyuna girip, attığı 2 golle maçı çevirdikten sonra sakatlanarak oyundan çıktığı Aston Villa maçı unutulmaz. Sezonun son bölümünü pas geçti, böyle bir ortamda Barcelona'ya rotasyon oyuncusu olmaya gider mi? Arsenal'e giderek Guardiola'dan, Xavi'den ve Iniesta'dan başka bir yola girdi, bu yolun sonu Fabregas'a şu Barcelona'da forma getirmez. Olsa olsa Xavi'den sonrası için düşünülebilir, onun da daha vakti var. Arsenal'i şampiyon yaptıktan sonra giderse hem Nou Camp'e ilk 11 çıkar hem de üzerinde en çok emeği olan adama borcunu ödemiş olur. Durum belirsiz, ya birkaç gün içinde her şey netleşecek ya da bu hikaye Dünya Kupası sonrasına sarkacak.
Her zaman vurgulamaya çalıştığım endüstrüyelleşen futbol, oyuncu ve takım arasındaki yaşanacak muhtemel bağı koparmaktan başka birşey yapmıyor. Buna benzer bir sıkıntıyı Galatasaray kaptanı Arda Turan'da yaşamakta. Onun içinde birşeyler yazmak gerekecek. Zamanı geldiğinde onuda yazacağım.

TENCERE-KAPAK


Bir zamanlar bu adama saygı bile duyardım. Tanıdıkça nefret ettirdi sağolsun kendinden. Bu satırları yazmamın sebebi Real Madrid'e gidecek olmasının kulüp tarafından da doğrulanması. Her yönüyle tam bir tencere-kapak ilişkisi oldu bu. Pellegrini'yi Villarreal'de kurduğu sistemden koparıp bol sıfırlı transferlerin başına getiren, Şilili hocayı oynattığı güzel futbola ve kadroyu rotasyonla çok güzel kullanmasına rağmen kovduran sabırsız, güce tapan Real Madrid kültürüne tam da yakışan adamdır Jose Mourinho. Tabii ki o kadar parayı harcayınca meyvesini hemen almayı isteyecekler, normaldir! Pellegrini o yüzden kusura bakmasın. Tek üzüldüğüm de bu adamın hali oldu. Mourinho bence sol beke bir takviye yapar öncelikle; Marcelo'yla, Drenthe'yle yetinmez. Benzema'nın ikinci bir şansı hak ettiğini söylemiş ki beni üzen bu oldu. Acilen şu kulüpten kurtulsa çok güzel olacaktı Karim ama kısmet değilmiş, neyse...

Bir delinin gözlerine baktınızmı bilmem ama ben baktım. Bu adamın normal olmadığını söylesem kimse itiraz etmez sanırım. Endüstrüelleşen futbol yapısında izlenilirliği arttıran yegane isimlerdendir bu manyak. Futbol dehasıdır ancak tasvip etmediğimiz tarafın adamıdır. Dark side insanıdır.

Bir diğer tencere-kapak ilişkisiyse Mourinho'nun Materazzi'nin omzunda ağlaması. Başka kimin omzunda ağlayacaktı ki?

21 Mayıs 2010 Cuma

BOSTON YOLUN %70'İNİ GEÇTİ



Doğu yakasında Playoff başlarken herkes Bostunun en fazla konferans yarı finaline gideceğini ve Cavs'a yol vereceğini düşünüyordu. Ancak beklenilen olmadı ve Konferans finalinde Orlandoya karşı temposunu yükseltererek devam etti. Doğuda basketbol her zaman sertliği ön plana çıkarmıştır. Fakat uzun zamandır bu kadar sert oynanmamıştı NBA basketbolu. Gerek NBA yönetimi gerekese hakemler yıldızların korunmasından yana olmuşlardı. Boston bu kuralı hakemlere rağmen bozdu. Bir takımda sahadaki 5 kişiden 3'ü sert oynuyorsa hakemler o 3 oyuncuya düdük çalmaktan çekinmez. Bazı zamanlarda sert olmayan 1 kişi bile bu dengeyi bozmaya yeter. Bostonda işler bu şekilde yürümüyor. KG ve Perkins'in ateşlediği sert oyun karşılarındaki her takımı sindirdi.

Buraya kadar işin savunma ve hücüm yönüne hiç girmedik. Hücumda zaten potansiyelli oyunculara sahip Celtics Rondo'nun bu sezon yaşadığı muhteşem performans ile tavan yaptı. Belkide şampiyon oldukları 2008 sezonunda bile bu kadar efektif oynayamıyorlardı. KG baskı altında top kullanamıyor Allen'ın maçtan maça değişen hücum performası ve Rondonun hücumda yokmuş gibi davranılması sadece PP'ın eline bakmak zorunda bırakmıştı Doc Rivers'ı. Fakat bu sene herşey çok farklı. Egolarını bırakmış 3 süper yıldız, oyunun Rondonun üzerinden dönmesini hiç dert etmeden mevkiilerinin gereklerini yaparak çok daha verimli olduklarını gördüler. İnanın hiçbir oyuncuyu ayırt etmek istemiyorum bu yapı içinde.
Savunmaya gelecek olursak Doc Rivers önemli bir koç olduğunu kesinlikle kanıtladı. DH'a kesinlikle yardım getirmiyorlar. Böylelikle Orlando'nun hücumda tempo kazanmasını engelliyorlar. DH gelen yardımlar sonrasında çıkardığı toplarla takım arkadaşlarına boş şutlar yaratabiliyordu. Fakat Doc Rivers çok önemli bir karar alarak bu riski aldı ve Orlandoya tempo kazandırmak yerine Howard'dan maç başına ortalama 30 sayı yemeyi tercih etti ve bu kararı ona deplasmanda 2 maç kazandırdı ve yolun büyük bir kısmın geçtiler.
Finalde rengimiz belli. BEAT LA...

16 Mart 2010 Salı

KAAN SEZYUM: HAYATIMIZIN ANLAMI ANILARIMIZMIŞ

Beklenmedik bir şekilde eşini kaybeden Radikal yazarı Kaan Sezyum, duygularını böyle kağıda döktü...
Hayat ve anlamı

Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı.
Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm. Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok.
Çok yalnızım.
Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.Sevindiğim şeyler de var.
Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar. Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek. Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.Beni hayata bağlayan şeydi kendisi.
O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek. Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken. Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.